01 11 2025
Cerrahi yoğun bakım üniteleri (YBÜ), karmaşık cerrahi prosedürler geçiren veya ciddi cerrahi komplikasyonlar geliştiren hastaların hayatta kalması için kritik öneme sahiptir. Bu ortamlarda hasta yönetimi, anesteziologlar, cerrahlar, yoğun bakım uzmanları, hemşireler ve diğer sağlık profesyonellerinden oluşan multidisipliner bir ekibin koordineli çabalarını gerektirir. Bu yazıda, cerrahi YBÜ'de hasta yönetimindeki kritik kararları ve güncel yaklaşımları ayrıntılı olarak inceleyeceğiz.
Cerrahi YBÜ'ye kabul, hastanın klinik durumunun ciddiyeti ve yoğun bakım düzeyinde izleme ve tedaviye ihtiyaç duyulması gibi faktörlere bağlıdır. Genel olarak, aşağıdaki hasta grupları cerrahi YBÜ'ye kabul için uygundur:
Cerrahi YBÜ'deki en önemli önceliklerden biri, yeterli doku perfüzyonunu sağlamak için hemodinamik stabiliteyi korumaktır. Bu, sıvı yönetimi, vazopressör ve inotrop kullanımı ve gerektiğinde mekanik ventilasyonun dikkatli bir şekilde yönetilmesini içerir.
Ameliyat sonrası dönemde sıvı yönetimi, hem hipovolemi hem de hipervolemi risklerini en aza indirecek şekilde dikkatli bir şekilde dengelenmelidir. Hipovolemi, yetersiz doku perfüzyonuna ve organ hasarına yol açabilirken, hipervolemi pulmoner ödem, abdominal kompartman sendromu ve yara iyileşmesinin bozulmasına neden olabilir. Sıvı resüsitasyonu kararları, hastanın klinik durumuna, hemodinamik parametrelerine ve idrar çıkışı gibi diğer fizyolojik değişkenlere göre belirlenmelidir.
Sıvı resüsitasyonunda kullanılan sıvı türü de önemlidir. Kristaloidler (örneğin, normal salin, Ringer laktat) genellikle başlangıç sıvı resüsitasyonu için tercih edilirken, kolloidler (örneğin, albümin, hidroksietil nişasta) bazı durumlarda kullanılabilir. Bununla birlikte, kolloidlerin kullanımıyla ilgili potansiyel riskler (örneğin, böbrek yetmezliği, koagülopati) göz önünde bulundurulmalıdır.
Sıvı resüsitasyonuna rağmen hipotansiyon devam ederse, vazopressörler (örneğin, norepinefrin, vazopressin) arteriyel basıncı artırmak ve organ perfüzyonunu iyileştirmek için kullanılabilir. Norepinefrin genellikle ilk basamak vazopressör olarak tercih edilir, ancak vazopressin refrakter hipotansiyon durumlarında veya norepinefrin dozunu azaltmak için eklenebilir. İnotroplar (örneğin, dobutamin, milrinon), düşük kardiyak output durumlarında kardiyak kontraktiliteyi artırmak ve doku perfüzyonunu iyileştirmek için kullanılabilir.
Vazopressör ve inotroplerin kullanımı, potansiyel yan etkileri (örneğin, aritmi, miyokard iskemisi) en aza indirmek için dikkatli bir şekilde titre edilmelidir. Hedef ortalama arter basıncı (MAP) hastanın klinik durumuna ve altta yatan komorbiditelerine göre belirlenmelidir. Örneğin, kronik hipertansiyonu olan hastalarda, daha yüksek bir MAP hedefi gerekli olabilir.
Hemodinamik durumu değerlendirmek için çeşitli invaziv ve noninvaziv izleme teknikleri kullanılabilir. İnvaziv izleme teknikleri arasında arteriyel kateterizasyon (sürekli arteriyel basınç izlemesi için), santral venöz kateterizasyon (santral venöz basınç ölçümü için) ve pulmoner arter kateterizasyonu (kardiyak output ve pulmoner arteryel basınç ölçümü için) yer alır. Noninvaziv izleme teknikleri arasında elektrokardiyografi (EKG), nabız oksimetrisi ve noninvaziv kan basıncı izlemesi yer alır.
Son yıllarda, minimal invaziv kardiyak output izleme (örneğin, PiCCO, LiDCO) giderek daha popüler hale gelmiştir. Bu teknikler, pulmoner arter kateterizasyonuna kıyasla daha az invazivdir ve hemodinamik parametreler hakkında sürekli bilgi sağlayabilir. Bununla birlikte, bu tekniklerin doğruluğu ve güvenilirliği hastanın klinik durumuna ve kullanılan cihaza bağlı olarak değişebilir.
Cerrahi YBÜ'deki hastaların önemli bir kısmı, ameliyat sonrası solunum yetmezliği nedeniyle mekanik ventilasyona ihtiyaç duyar. Mekanik ventilasyonun hedefleri, yeterli oksijenasyonu ve karbondioksit eliminasyonunu sağlamak, solunum kaslarının iş yükünü azaltmak ve akciğer hasarını önlemektir.
Mekanik ventilasyon için çeşitli modlar mevcuttur. En yaygın modlar arasında hacim kontrollü ventilasyon (VCV), basınç kontrollü ventilasyon (PCV) ve basınç destekli ventilasyon (PSV) yer alır. VCV'de, tidal hacim önceden ayarlanır ve ventilatör, ayarlanan tidal hacmi sağlamak için gerekli basıncı uygular. PCV'de, inspiratuvar basınç önceden ayarlanır ve tidal hacim hastanın akciğer kompliyansına ve direncine göre değişir. PSV'de, ventilatör hastanın kendi solunum çabalarını destekler ve hasta solunum sıklığını ve tidal hacmi belirler.
Mekanik ventilasyon modu seçimi, hastanın klinik durumuna ve altta yatan solunum hastalığına bağlıdır. Örneğin, akut solunum sıkıntısı sendromu (ARDS) olan hastalarda, düşük tidal hacimli (6 mL/kg tahmin edilen vücut ağırlığı) ve yüksek PEEP'li ventilasyon (akciğerleri açmak ve kapanmasını önlemek için) önerilir.
Mekanik ventilasyondan ayırma, hastanın solunum yetmezliğinin altında yatan nedeninin çözülmesini ve yeterli solunum kas gücüne ve akciğer fonksiyonuna sahip olmasını gerektiren aşamalı bir süreçtir. Ayırma süreci, spontan solunum denemesi (SBT) ile başlatılabilir. SBT sırasında, hasta düşük seviyeli basınç desteğiyle veya trakeostomi tüpü ile T-parçasında spontan olarak nefes almasına izin verilir. SBT'yi tolere eden hastalar, mekanik ventilasyondan ayrılmak için uygun kabul edilir.
Mekanik ventilasyondan ayırmayı kolaylaştırmak için çeşitli stratejiler kullanılabilir. Bunlar arasında, sıvı dengesinin optimizasyonu, bronkodilatör ve mukolitik kullanımı ve solunum kaslarının eğitimi yer alır. Mekanik ventilasyondan ayırma süreci, hastanın klinik durumunu yakından izlemeyi ve gerektiğinde mekanik ventilasyon desteğini yeniden başlatmayı gerektirir.
Noninvaziv ventilasyon (NIV), endotrakeal entübasyona gerek kalmadan solunum desteği sağlamak için kullanılabilir. NIV, özellikle kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) alevlenmeleri, kardiyojenik pulmoner ödem ve bazı ameliyat sonrası solunum yetmezliği vakalarında faydalıdır. NIV, basınç destekli ventilasyon (PSV) veya sürekli pozitif havayolu basıncı (CPAP) modlarında uygulanabilir. NIV'in başarısı, hastanın klinik durumuna, kullanılan arayüze ve sağlık personelinin deneyimine bağlıdır.
Ameliyat sonrası ağrı, hastaların iyileşmesini olumsuz etkileyebilecek yaygın bir sorundur. Yetersiz ağrı yönetimi, artmış kardiyovasküler stres, solunum fonksiyonunun bozulması, yara iyileşmesinin gecikmesi ve kronik ağrı gelişimine yol açabilir. Bu nedenle, cerrahi YBÜ'de etkili ağrı yönetimi esastır.
Ağrı yönetimine yönelik ilk adım, ağrının doğru bir şekilde değerlendirilmesidir. Ağrı değerlendirmesi, ağrının şiddeti, yeri, niteliği ve zamanlaması gibi faktörleri içermelidir. Ağrı şiddetini ölçmek için çeşitli ağrı ölçekleri mevcuttur. En yaygın ölçekler arasında sayısal derecelendirme ölçeği (NRS), görsel analog ölçeği (VAS) ve sözel derecelendirme ölçeği (VRS) yer alır. Sözel olmayan hastalarda (örneğin, entübe hastalar), davranışsal ağrı ölçekleri (örneğin, kritik bakım ağrı gözlem aracı [CPOT], davranışsal ağrı ölçeği [BPS]) kullanılabilir.
Farmakolojik ağrı yönetimi, opioidler, non-opioid analjezikler ve adjuvan analjezikleri içerir. Opioidler (örneğin, morfin, fentanil, hidromorfon), şiddetli ameliyat sonrası ağrının tedavisinde sıklıkla kullanılır. Bununla birlikte, opioidlerin kullanımıyla ilişkili potansiyel yan etkiler (örneğin, solunum depresyonu, sedasyon, kabızlık) göz önünde bulundurulmalıdır. Non-opioid analjezikler (örneğin, parasetamol, nonsteroidal antiinflamatuar ilaçlar [NSAID'ler]), hafif ila orta şiddetli ağrının tedavisinde veya opioidlerin yan etkilerini azaltmak için adjuvan olarak kullanılabilir. Adjuvan analjezikler (örneğin, gabapentin, pregabalin, ketamin), nöropatik ağrı veya kronik ağrı sendromlarının tedavisinde faydalı olabilir.
Ağrı ilaçları, intravenöz (IV), oral veya epidural yollarla uygulanabilir. IV uygulama, hızlı başlangıçlı ağrı kesici sağlar ve özellikle oral ilaçları tolere edemeyen hastalarda faydalıdır. Epidural analjezi, abdominal veya torakotomi cerrahisi geçiren hastalar için etkili bir ağrı yönetimi seçeneği olabilir. Hasta kontrollü analjezi (PCA), hastaların kendi ağrı ilaçlarını gerektiğinde uygulamalarına olanak tanır ve ağrı kontrolünü iyileştirebilir.
Farmakolojik olmayan ağrı yönetimi teknikleri, ilaçların yan etkilerini azaltmak ve ağrı kontrolünü iyileştirmek için kullanılabilir. Farmakolojik olmayan teknikler arasında soğuk uygulama, sıcak uygulama, masaj, gevşeme teknikleri ve distraksiyon yer alır. Özellikle çocuklar ve anksiyete veya korku yaşayan hastalarda, farmakolojik olmayan teknikler faydalı olabilir.
Sepsis, enfeksiyona karşı düzenlenen sistemik bir inflamatuvar yanıttır ve organ disfonksiyonuna ve ölüme yol açabilir. Cerrahi hastalar, cerrahi enfeksiyonlar, kateterle ilişkili enfeksiyonlar ve pnömoni gibi çeşitli nedenlerle sepsis gelişimi açısından yüksek risk altındadır. Sepsis yönetimi, enfeksiyon kaynağının erken tanınmasını ve tedavisini, uygun antimikrobiyal tedavisini ve organ disfonksiyonunun desteklenmesini içerir.
Sepsis tanısı, klinik kriterlere (örneğin, Sistemik İnflamatuvar Yanıt Sendromu [SIRS] kriterleri, Hızlı Sıralı Organ Yetmezliği Değerlendirmesi [qSOFA]) ve laboratuvar testlerine (örneğin, lökosit sayısı, C-reaktif protein [CRP], prokalsitonin) dayanır. Son zamanlarda, Sepsis-3 tanımları, önceki SIRS kriterlerine kıyasla daha spesifik ve öngörücü olan SOFA skoruna ve qSOFA skoruna odaklanmaktadır. Sepsis şüphesi varsa, kan kültürleri ve diğer uygun kültürler (örneğin, idrar kültürü, yara kültürü) antimikrobiyal tedavi başlamadan önce alınmalıdır.
Sepsis tanısı konulduktan sonra, geniş spektrumlu antimikrobiyal tedavi derhal (ideal olarak bir saat içinde) başlatılmalıdır. Antimikrobiyal rejimin seçimi, enfeksiyonun olası kaynağına, hastanın tıbbi öyküsüne ve yerel antimikrobiyal direnç paternlerine dayanmalıdır. Antimikrobiyal tedavi, kültür sonuçlarına ve hastanın klinik yanıtına göre daha sonra daraltılmalıdır. Antimikrobiyal ilaçların dozu, hastanın böbrek ve karaciğer fonksiyonuna göre ayarlanmalıdır.
Sepsisin kaynağını kontrol altına almak, enfeksiyonun çözümü için esastır. Kaynak kontrolü, enfekte olmuş dokunun cerrahi olarak debridmanını, apse drenajını veya enfekte cihazların (örneğin, kateterler, protez greftler) çıkarılmasını içerebilir. Kaynak kontrol prosedürleri, mümkün olan en kısa sürede ve hemodinamik stabiliteyi optimize ettikten sonra yapılmalıdır.
Sepsisli hastalar, hipotansiyon, solunum yetmezliği ve böbrek yetmezliği gibi organ disfonksiyonu geliştirme riski altındadır. Organ destekleyici tedavi, sıvı resüsitasyonunu, vazopressörleri, mekanik ventilasyonu ve böbrek replasman tedavisini (BRT) içerebilir. Hedef ortalama arter basıncını (MAP) korumak, solunum yükünü azaltmak ve yeterli idrar çıkışını sağlamak esastır. BRT, sıvı yüklenmesi veya elektrolit dengesizliği olan hastalarda veya asidoz veya hiperkalemi gibi ilaçla tedavi edilemeyen metabolik komplikasyonları olan hastalarda endike olabilir.
Cerrahi YBÜ'deki hastalar, artan metabolik gereksinimleri ve katabolik stres yanıtı nedeniyle yetersiz beslenme riski altındadır. Yetersiz beslenme, yara iyileşmesinin bozulmasına, enfeksiyon riskinin artmasına, solunum kas gücünün azalmasına ve mortalitenin artmasına yol açabilir. Bu nedenle, cerrahi YBÜ'de uygun beslenme desteği esastır.
Beslenme desteğinin ilk adımı, hastanın beslenme durumunun kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesidir. Beslenme değerlendirmesi, tıbbi öyküyü, fiziksel muayeneyi, antropometrik ölçümleri (örneğin, vücut ağırlığı, vücut kitle indeksi [VKİ]) ve laboratuvar testlerini (örneğin, albümin, prealbümin, transferrin) içermelidir. Yetersiz beslenme riski altında olan hastalar, erken beslenme desteği için belirlenmelidir.
Beslenme desteği, enteral (bağırsak) veya parenteral (intravenöz) yollarla sağlanabilir. Enteral beslenme, bağırsak fonksiyonu mevcut olduğunda tercih edilen beslenme yoludur. Enteral beslenme, bağırsağın bariyer fonksiyonunu korumaya, enfeksiyon riskini azaltmaya ve parenteral beslenmeyle ilişkili komplikasyonları önlemeye yardımcı olur. Enteral beslenme, nazogastrik tüp, nazojejunal tüp veya perkütan endoskopik gastrostomi (PEG) tüpü aracılığıyla uygulanabilir. Parenteral beslenme, enteral beslenme kontrendike olduğunda veya yetersiz olduğunda kullanılır. Parenteral beslenme, santral venöz kateter aracılığıyla uygulanır ve amino asitler, glikoz, lipidler, vitaminler ve mineraller içerir.
Cerrahi YBÜ'deki hastalar için enerji ve protein gereksinimleri, hastanın klinik durumuna, altta yatan komorbiditelerine ve stres düzeyine göre değişir. Genel olarak, enerji gereksinimleri, Harris-Benedict denklemi veya Mifflin-St Jeor denklemi gibi denklemler kullanılarak tahmin edilebilir ve stres faktörleriyle ayarlanabilir. Protein gereksinimleri, 1.2 ila 2.0 g/kg vücut ağırlığı arasında değişir ve böbrek yetmezliği veya karaciğer yetmezliği olan hastalarda ayarlanmalıdır. Beslenme formülünün içeriği, hastanın özel ihtiyaçlarına ve toleransına göre ayarlanmalıdır. Örneğin, diyabetli hastalarda, glisemik kontrolü iyileştirmek için yüksek yağ ve düşük karbonhidratlı bir formül kullanılabilir.
Beslenme desteğinin etkinliğini izlemek için, hastanın ağırlığı, sıvı dengesi, elektrolitleri ve glisemik kontrolü düzenli olarak izlenmelidir. Prealbümin veya transferrin gibi laboratuvar testleri, beslenme durumunu ve beslenme desteğine yanıtı değerlendirmek için kullanılabilir. Enteral beslenmeyi tolere edemeyen hastalarda, gastrik rezidüel hacim izlenmeli ve gerektiğinde beslenme hızı ayarlanmalıdır. Beslenme desteği, hastanın klinik durumuna ve beslenme gereksinimlerine göre gerektiğinde ayarlanmalıdır.
Deliryum, cerrahi YBÜ'deki hastalarda sık görülen bir nöropsikiyatrik bozukluktur ve bilişsel işlevlerde, dikkatte ve farkındalıkta akut bir değişiklik ile karakterizedir. Deliryum, hastanede kalış süresinin uzamasına, mortalitenin artmasına ve uzun vadeli bilişsel bozukluğa yol açabilir. Bu nedenle, cerrahi YBÜ'de deliryumun önlenmesi, tanısı ve yönetimi esastır.
Deliryumu önlemeye yönelik stratejiler, risk faktörlerinin belirlenmesini ve düzeltilmesini ve farmakolojik olmayan ve farmakolojik müdahalelerin uygulanmasını içerir. Deliryum için risk faktörleri arasında ileri yaş, demans, önceden var olan bilişsel bozukluk, şiddetli hastalık, çoklu ilaç kullanımı, uyku yoksunluğu ve çevresel uyaran eksikliği yer alır. Farmakolojik olmayan müdahaleler arasında, sık yönlendirme, uyku-uyanıklık döngüsünün optimizasyonu, erken mobilizasyon ve ağrı kontrolünün iyileştirilmesi yer alır. Bazı çalışmalarda, deliryumun önlenmesinde haloperidol veya risperidon gibi antipsikotiklerin profilaktik kullanımının faydalı olduğu gösterilmiştir, ancak bu uygulamayla ilgili potansiyel riskler ve faydalar dikkatli bir şekilde tartılmalıdır.
Deliryum tanısı, klinik değerlendirmeye ve standartlaştırılmış tarama araçlarının kullanımına dayanır. Cerrahi YBÜ'de deliryumu taramak için en yaygın kullanılan araçlar arasında Yoğun Bakım Deliryum Değerlendirme Yöntemi (CAM-ICU) ve Yoğun Bakım Deliryum Tarama Kontrol Listesi (ICDSC) yer alır. Deliryum şüphesi varsa, deliryumun altında yatan nedenlerini (örneğin, enfeksiyon, ilaç yan etkileri, metabolik bozukluklar) belirlemek için ek değerlendirme yapılmalıdır.
Deliryum yönetimi, farmakolojik olmayan ve farmakolojik müdahalelerin kombinasyonunu içerir. Farmakolojik olmayan müdahaleler, deliryumun önlenmesinde kullanılanlarla aynıdır. Farmakolojik tedavi, şiddetli ajitasyon veya kendine veya başkalarına zarar verme riski olan hastalar için ayrılmıştır. Haloperidol, deliryum tedavisi için yaygın olarak kullanılan bir antipsikotiktir, ancak uzamış QT aralığı veya torsades de pointes gibi potansiyel yan etkileri göz önünde bulundurulmalıdır. Risperidon veya ketiapin gibi atipik antipsikotikler, haloperidole alternatif olarak kullanılabilir. Benzodiazepinler, deliryumun tedavisinde kaçınılmalıdır, çünkü deliryumu kötüleştirebilirler. Bununla birlikte, alkol veya benzodiazepin yoksunluğundan kaynaklanan deliryum durumlarında benzodiazepinler endike olabilir.
Cerrahi hastalar, ameliyat sonrası dönemde venöz tromboembolizm (VTE) gelişimi açısından yüksek risk altındadır. VTE, derin ven trombozu (DVT) ve pulmoner emboli (PE) içerir ve önemli morbidite ve mortaliteye yol açabilir. Bu nedenle, cerrahi YBÜ'de VTE profilaksisi esastır.
VTE profilaksisinin ilk adımı, hastanın VTE riskinin değerlendirilmesidir. VTE riskini değerlendirmek için çeşitli risk değerlendirme modelleri (RAM'ler) mevcuttur. En yaygın RAM'ler arasında Caprini skoru ve Padua skorlaması yer alır. RAM'ler, ameliyat türü, hastanın tıbbi öyküsü ve komorbiditeleri gibi çeşitli risk faktörlerini içerir. Düşük VTE riski olan hastalar için erken mobilizasyon yeterli olabilirken, orta veya yüksek VTE riski olan hastalar farmakolojik veya mekanik profilaksiye ihtiyaç duyabilir.
Farmakolojik VTE profilaksisi, düşük moleküler ağırlıklı heparin (LMWH), unfraksiyone heparin (UFH) veya fondaparinux kullanımını içerir. LMWH, UFH'ye kıyasla daha uzun yarı ömrü, daha öngörülebilir antikoagülan etkisi ve daha düşük trombositopeni riski nedeniyle genellikle tercih edilir. Farmakolojik profilaksi dozu, hastanın ağırlığına ve böbrek fonksiyonuna göre ayarlanmalıdır. Aktif kanaması veya yüksek kanama riski olan hastalar için, farmakolojik profilaksi kontrendike olabilir.
Mekanik VTE profilaksisi, aralıklı pnömatik kompresyon (IPC) cihazlarının veya dereceli kompresyon çoraplarının (GCS) kullanımını içerir. IPC cihazları, venöz stazı azaltmak ve venöz dönüşü iyileştirmek için bacaklara aralıklı olarak basınç uygulayan hava dolu manşetlerdir. GCS, venöz stazı azaltmak için bacaklara dereceli basınç uygulayan elastik çoraplardır. Mekanik profilaksi, farmakolojik profilaksiye kontrendike olan hastalar için veya farmakolojik profilaksiye ek olarak kullanılabilir.
Cerrahi yoğun bakımda hasta yönetimi, karmaşık cerrahi prosedürler geçiren veya ciddi cerrahi komplikasyonlar geliştiren hastaların sonuçlarını optimize etmek için kritik öneme sahiptir. Bu yazıda, cerrahi YBÜ'de hasta yönetimindeki kritik kararları ve güncel yaklaşımları ayrıntılı olarak inceledik. Hemodinamik yönetimin, solunum yönetiminin, ağrı yönetiminin, sepsis yönetiminin, beslenme desteğinin, deliryum yönetiminin ve VTE profilaksisinin, bu ortamlarda hasta bakımında hayati öneme sahip olduğu vurgulanmıştır. Bu prensiplere bağlı kalarak ve güncel kanıtlara dayalı uygulamaları benimseyerek, cerrahi YBÜ'deki sağlık profesyonelleri, hastaların sonuçlarını iyileştirmeye ve mortaliteyi azaltmaya yardımcı olabilir.
İnsan Kalbinin Anatomisi ve Kardiyovasküler Hastalıklarla İlişkisi
06 11 2025 Devamını oku »
İntensive Care Unit (ICU): Inside the Critical Care Environment
06 11 2025 Devamını oku »
Uyku Kalitenizi Artırmanın Bilimsel Yolları: Fizyolojik Temeller ve Pratik İpuçları
06 11 2025 Devamını oku »
Klinik Nörofizyoloji ile Tanısı Konulan Sık Görülen Hastalıklar
06 11 2025 Devamını oku »
Doğum Sonrası Yoğun Bakım: Annenin Sağlığı İçin Kritik Önlemler
06 11 2025 Devamını oku »
Akciğer Kanserinde Yeni Nesil Tedaviler: Hedefe Yönelik Terapiler ve İmmünoterapi
06 11 2025 Devamını oku »
Güneşin Zararlı Etkilerinden Korunma Yolları: Cildinizi Yaz Aylarında Nasıl Güvende Tutarsınız?
06 11 2025 Devamını oku »
Kronik Ağrıyla Yaşamak: Algoloji Uzmanlarından Destek Almanın Önemi
06 11 2025 Devamını oku »
Nükleer Tıp ile Kanser Teşhisinde Erken Tanının Önemi ve Güncel Uygulamalar
06 11 2025 Devamını oku »